26 Ekim 2009 Pazartesi

Alaturka Gidip Alafranga Dönmek - Gökçeada 1 Gemisi



  Cuma gecesi Ada'ya ayak basarak başladığımız maceramız Pazar günü öğlen 1 vapuruyla geri dönüşümüzle son buluyordu. Yolun bundan sonrasında Eceabat'ta ayrıldığımızda ben Bozcaada'ya yol almaya başladım. Vapura binmeden önce arabayı teslim ettik Yavuz Bey'e. O da sağ olsun, Merkezden limana kadar bıraktı bizi.

  Erdemlerin aksine Gökçeada 1 daha turistik bir gemi. Şuradaki habere göre 2008 yılında Norveç'ten 9 Milyon TL'ye alınmış bir Ro-Ro Yolcu gemisi. Gestaş Filosunun sayfasında özellikleri şöyle veriliyor:

* Hız: 15 knot
* Araç kapasitesi: 104 adet otomobil,12 adet Tır
* Yolcu kapasitesi: 399 kişi
* Boy: 84 m.

  Tamamen kapalı araç garajı ve garaj iskele taraf tavanında hareketli asma araç güvertesiyle donatılmıştır.


Gökçeada 1 Gemisi

  Gemi gerçekten oldukça rahat, varlığından bir haber bindiyseniz hadi canım, Türk Gemisi değildir bu herhalde diye çıkarımlarda bulunmanız işten bile değil.

  Bu arada hatırlatma, Ada'ya gelişte bilet parası vermemiştiniz ya, dönüşte alıyorsunuz; o yüzden giderken bilet almayı unutmayın :) Bilet gişeleriyle Gemi'nin yanaştığı yer 100-150 m kadar var, söylene söylene yürümek zorunda kalmayın ondan sonra :)

Gemide Şarap Macerası..

  Aldığımız iki Dimitri şarabından birini limanda içmiştik, diğerini de dönerken gemide içelim dedik. Fazla rüzgarlı olmayan, geminin yan taraflarında bulunan açık alanlardan birine oturduk. Gerçi pek fazla şansımız da yoktu, herkes oturmuştu neredeyse, hafiften de kalabalıkçaydı gemi. Yine de rüzgarı az olan bir yer bulabilmiştik.

  Şarap içecektik içmesine ama tirbuşonumuz yoktu :/ Gemi biletlerini aldığımız yer de dahil olmak üzere sorulabilecek herkese sorduk oturmadan önce. 5-6 motorluk bir motorsiklet grubu vardı, ben onlardan ümitliydim :) Hatta güverteye doğru merdivenlerden çıkarken birine sorduğumda motorunda olduğunu söyledi. Yukarı çıkıp oturduktan sonra adamı tekrar buldum, ama o zaman da tirbuşonun alınması ters, alakasız bir yerde olduğunu söyledi. Öyle olduğu sonradan aklına gelmiş muhtemelen.

  Kafamıza koyduk o şarabı içecektik; ama tirbuşon bulamıyorduk bir türlü. Okay bir yandan "Verin aga bir kalem, ben içine ittireyim, açayım" diyordu ama riske de girmek istemiyorduk, şarap ziyan olmasın diye :) Ben bir iki aramaya devam ettim, ama sonuca ulaşamadım. Sonra Hülya "İş başa düştü" diyip elinde şarap şişesiyle gemide tirbuşon aramaya başladı. (Her ne kadar turistik gemi olsa da, Trakya'da olsak da Ramazan içerisinde olduğumuz için riskli bir hareket bence :) ) Bir kaç dakika sonra gülerek yanımıza geldi. Aklın yolu bir ya, motorculara sormuş o da, "Siz hala o tirbuşonu bulamadınız mı? Kocanız da sormuştu az önce.." cevabını almış :D


  Artık son yola başvuracaktık, ben her ne kadar itiraz etsem de Okay mantarı şarabın içine ittirmeye kararlıydı. Bunun için gözden çıkarılabilecek bir kalem ararken; Okay gevrek gevrek gülmeye başladı :D Bir baktık, mantar şişenin içine girmiş. Meğer bildiğimiz öküz gibi mantarlardan değil de, ev yapımı olduğu için basit bir mantarmış. Azıcık ittirmek yeterliymiş. Hep beraber lıkır lıkır içmeye başladık rahmetli Dimitri'nin bal gibi şarabını.. (Ruhu şad olsun..)



  Daha önce de Tepeköy'le ilgili yazıda bahsettiğim üzere, Dimitri'nin şarabına doyum olmuyordu, tatlı ve yumuşak içimli bu şarap su gibi gidiyordu. Bir de yanında Yaz Gülü Pansiyon'daki aplanın ikram ettiği elmalar da olunca tadına doyum olmadı adeta :)

  Şarabı içtikten sonra daha az rüzgar esen bir yere geçelim dedik (daha az güneşli bir yere geçelim de demiş olabiliriz, onu tam hatırlamıyorum) E tabi herkes adamakıllı yerlere otururken bize de eblek bir yer nasip oldu. Ama eğlendik orada da yav, Dimitri'nin şarabından mıydı acaba, bilemiyciim =)



  Bu kadar kişisel ayrıntıdan sonra bilgi de vereyim bari: Tek kişi vapur fiyatı 2 tl. ortalama 1 sa 20 dk'da Kabatepe Limanı'na ulaşıyorsunuz. Oradan yine minibüsle Eceabat'a geçebilirsiniz.

Dip Not 1: Yine tirbuşon'a ihtiyacım olsa yine ilk soracağım insanlar motorcular olurdu. Motorunuz varsa lütfen benim ve benim gibi insanlar için yanınızda tirbuşon bulundurunuz efendim :p

Dip Not 2: Benim açımdan bir önceki dip not'un pek de bir önemi kalmadı; çünkü Bozcaada'dan tirbuşon aldım. (Meraklıları için http://www.saraptakilari.com). Size de tavsiyem, Gökçeada gibi yerlere ya da genel olarak gezmeye giderken yanınızda illa ki bir tirbuşon bulundurun. :)

Gökçeada Notları'nın Sonu..

Bozcaada Notları yazılana kadar buradan Anasayfa'ya dönebilirsiniz..


Kalacak Yerler Hakkında - Son Söz



   Ada'nın temel yerleşim birimleri Merkez, Yeni Bademli, Uğurlu ve Eski Bademli.. Daha doğrusu, yerleşim birimi demek yerine konaklanabilecek merkezleri desek daha doğru olur sanıyorum. Bu yazı Ada'ya gidiş amacınıza göre nerelerde kalabileceğiniz üzerine bir özet olmaya çalışıyor, umarım başarılı da oluyordur :) Buyrun efendim:

Yeni Bademli Gökçeada'da konaklama etiketli yazılarda da bahsettiğim üzere pansiyon ağırlıklı bir yerleşim birimi; dolayısıyla öğrenciyseniz ya da konaklamaya az para ayırmak niyetindeyseniz, buralar ideal. Biraz daha konfor istediğiniz vakit oteller sizleri karşılıyor. Bir yandan Adayı gezmek bir yandan da tatilinizi konforlu bir şekilde geçirmek istiyorsanız (çoluk çocuk için havuz, sınırsız kahvaltı v.s.) oteller sizin için en uygun olanı olacaktır. Eski Bademli'deki oteller ise manzara açısından daha tatmin edicidir.

Klasik tatil peşindeyim, vakit bulursam Adayı da gezerim, bildiğin ada işte diyorsanız Uğurlu tarafı daha uygun duruyor size. :) Aslında bu kadar kötülemiyyim; Uğurlu tarafında bizim gitmediğimiz tandır restoranları da vardı, Ada kekiğiyle beslenmiş Ada keçilerinin tadına bakmak ve arabayla da fazla yol katetmemekse Uğurlu tarafı en uygun alternatif oluyor gerçekten..

Şarabı da Rumları da çok severim diyenlerdenseniz Tepeköy'de kalmak için yer ayırtıp Barba Yorgo'nun tavernasında sarhoş olun. Sonra gelip bu girdiye yorum yazmak suretiyle nispet yapabilirsiniz, bir yandan kıskansam da mutlu olurum, inanın :)

Merkezdeki oteller de 80'ler havası veren, resepsiyonda bir şey sorduğunuzda yanınızdan Tarık Akan, Cüneyt Arkın, Gülşen Bubikoğlu geçicekmiş havası veren güzel yerler :) Fiyatları hakkında pek bilgim yok, ama onlar da tercih edilebilir.


21 Ekim 2009 Çarşamba

Keçiler


  Adanın içinde başıboş gezinen keçiler görürseniz şaşırmayın. Duyduklarıma, okuduklarıma göre herkesin keçisi belliymiş ve keçiler adanın içinde özgürce dolaşmaya bırakılmış durumdaymış. Herkes keçisini bildiği için, keçiler de sahipleri dışındaki insanlardan kaçtıkları için ihtiyaç duyduklarına keçilerini toplamaya dağa giden köylüler görebiliyorsunuz. Keçiye gitmek diye bir deyim insanların ağzına dolanmış durumda, siz de alışıyorsunuz zaten =)

  Bir tane keçi fotoğrafı koyayım dedim Gökçeada'dan ama tek çektiğim keçili fotoda zar zor seçiliyor keçiler.. gezenbilir.com diye bir siteden alıntıladığım fotoğrafı paylaşayım bari, buyrun efendim :)



Askeriye


  İnternette farklı kaynaklarda okuduğum kadarıyla adada 2500 asker bulunuyormuş şu an; bu da Ada nüfusunun 1/5'i 1/6'i ediyor. Özellikle pazar günü (bilmeyenler için, askerlerin izin günü) dışarıya çıktıysanız merkezde bol miktarda "sivil giyimli asker" görmeniz mümkün. Bizim karşılaştıklarımız mı öyleydi bilmiyorum ama karşılaştığımız askerler "asker" kimliklerini ön plana çıkartır şekilde durmuyorlardı.

  Merkezden Kaleköy'e giderken 1 ya da 2 km boyunca yolun sol tarafında askeri kışla size eşlik ediyor. Gökçeada Merkez'den Eski Bademli sapağına kadar desek daha doğru olur sanırım. Askeriye'nin ardına aldığı tepede de Adanın Türk Adası olduğunu kanıtlamaya çalışırcasına "Önce Vatan Komando" ay yıldızla beraber dağa kazınmış.. Taşa toprağa kireçle yazı yazarak değil de Ada'yı güzelleştirerek, ekip biçerek oraya sahip olabilirsiniz de ne diyyim, kimi kime şikayet edeyim ki ben :)



  Adanın kilit noktaları ve genellikle en güzel yerleri hep askeriyenin kontrolünde. Benim en çok dikkatimi çeken ise Ada'nın en yüksek yerine kurulmuş olan hava radar gözlem kulesi. Kimbilir kaç metre boyunda, ama tepenin en üstünde bir nokta gibi gözüküyor. Uzaktan da hafif Tac Mahal'i andırıyor hani :)


Ada'nın Tek Benzinliği


  Ada'da tek benzinlik mevcut. Boş deponuza 40-50 liralık benzin koyarak adayı rahatlıkla gezebiliyorsunuz. Araba kiralarsanız kesin, arabanızla gelirseniz de büyük ihtimalle yolunuz benzinliğe düşecektir. İstasyon, Liman'dan merkeze gelirken Merkezin hemen girişinde.


  İlk gözümüze çarpan pompaları, binası v.s. her şeyiyle 80 öncesi bir benzinliğe sanki zamanda yolculuk yaparak gelmişsiniz gibi hissedebilirsiniz. Orada çalışanlardan aldığımız bilgiye göre bölge sit alanı ilan edildiği için tek bir çivi bile çakılamıyormuş. Dereköy'deki sit alanı hadisesi adanın büyük bir kısmında olduğu gibi bu garip benzinlikte de karşımıza çıkıyor :) O yüzden benzin pompalanırken ha çöktü ha çökecek diye tereddütle bekliyorsunuz..


Eski Bademli


  Yeni Bademli genellikle kalacak yer ihtiyacını karşılamaktayken, bu yeni yerleşime ismini veren Eski Bademli(Gliki) olan biteni tepeden izlercesine, biraz da tarihe tanıklık edercesine bir tepenin üzerinde kalıyor.

  Gökçeada Merkezden Kaleköy ve Yeni Bademli'nin olduğu tarafa giderken Askeriye'nin bittiği yerde sağa sapak var, Eski Bademli tabelasını görüyorsunuz. Tepeköy yolu gibi daracık bir yoldan yukarıya çıkıyorsunuz. gerçek anlamda "U" şeklinde virajlar var; korkuluk yok, korkuluk yapacak yer de pek yok, doğrusunu söylemek gerekirse. Ama tepeye vardığınızda çok güzel bir manzara sizi bekliyor.

  Fotoğrafı çektiğimiz yer Eski Bademli'ye çıkarken arabanızı durdurup fotoğraf çekebileceğiniz tek tük yol kenarı yerlerden biri. Sağ tarafta yükselen Kale, biraz önde tek katlı yerleşim birimleri olarak gördüğünüz yer Yeni Bademli, Asfalt yolun sonunda Kaleköy ve karşıda da tüm ihtişamıyla Semadirek Adası..

  Yolun sonunda köye vardığınızda pek fazla ikamet yeri görmüyorsunuz, kalan bir kaç ev var, ama Oteller en güzel manzaralı yerleri mesken tutmuş durumda. Pansiyon değil, oteller; ve bir kaç yıldız sahibi oteller bunlar :) Parklarda duran arabaların modellerinden fiyatlar hakkında fikir sahibi olabiliyorsunuz. Otellerin bir diğer özelliği de Bulgar ve Rumlar tarafından tercih ediliyor olmaları. Biz gittiğimizde pek Türk görmedik bu civardaki otellerde.

  Köyün kilisesi terk durumda, ama önündeki mezarlıkta yatan yakınlarını ziyaret etmeye gelen Rumlar mevcut.

  Adanın en güzel manzaralarına sahip bir yer Eski Bademli köyü ve civarı. Aracınızla uğrayıp bu güzel manzaraların keyfini çıkarmanız dileklerimle :)


Dereköy - Hayalet Köy


  Uğurlu'ya gitmek için Ada'nın ortasından geçen yolu kullanırsanız Tepeköy sapağını geçtikten sonra ilk karşılaşacağınız yerleşim birimi Dereköy. Yerleşim birimi derken tereddütte kalabileceğiniz kadar boş bir köy aslında Dereköy. Zamanında Türkiye'nin en büyük köyüymüş Dereköy. gokceadarehberim.com'da yazılanları direk alıntılıyorum:

  Dereköy adanın batı kısmında yer alan tek Rum Köyü. Zamanında 1950 hane ile adanın hatta Türkiye'nin en büyük ve kalabalık köyüymüş. İçerisinde 22 kahve, 2 sinema, çok sayıda berber, bakkal, terzi gibi dükkanlar ve 3 zeytinyağı imalathanesi bulunurmuş. Adanın en büyük çamaşırhanesi hala burada ve ziyaret edilebilir.

  Merkeze 14 km. uzaklıktaki köy, anayolun iki tarafındaki tepelere kurulmuş. Osmanlı gezgini Piri Reis'in 16.yy'da adada bahsettiği iki yerleşim yerinden biri Dereköy (diğeri Kaleköy).




Dereköy kilisesi.. Çamaşırhaneyle birlikte köyün görülebilecek tek tük yerlerinden biri..

Tarihi çamaşırhane..mavielmas.com'dan alinti..

  Wikipedia'daki Imbros makalesinde Intercommunal Relations kısmında adadaki Rum nüfusun göç etmesinin ardındaki nedenler açıklanmış. Merak edenler ayrıntılarına bakabilirler. Bu göçlerin en ağır hissedildiği yerlerden biri olarak Dereköy gözünüze batıyor.

  Asfalt yol köyün içinden geçiyor. Yol kenarlarında öte beri satan insanlar görebiliyorsunuz. Kişisel fikrim film platosu olarak güzel bir korku filmine ev sahipliği yapabilecek bir köy Dereköy. Biz durup da köyü gezmedik ama gezerseniz karşılaşabileceğiniz görüntü hayalet köy olarak ifade edilebilir herhalde.

  Yıkılacak durumda onca yapı varken niye tek bir çivi bile çakılmadığının cevabı ise köyün sit alanı ilan edilmesinde yatıyor. Köyde çok fazla insan yaşamasa da oturup, çay içip soluklanabileceğiniz bir kahve mevcut. Yine gokceadarehberim.com'da yazdığına göre kahveyi işleten Türk ailenin kendilerinin yaptıkları üzüm likörünü, karadut suyunu, karadut reçelini, ev şarabını ve keçi peynirini tadabiliyor ve satın alabiliyormuşsunuz.


19 Ekim 2009 Pazartesi

Tepeköy


  Ada'nın Rum köyleri içinde en popüler olanı. Bunda yıllardır İstanbul'da yaşadıktan sonra köyüne dönüp köyün tek Rum tavernasını açan, köyün turistik değerinin artmasını sağlayan Barba Yorgo'nun katkısı yadsınılmaz.

  Burada bahsedildiğine göre köyün eski adı Yunanca'da "küçük tarlalar" anlamına gelen Agridia'ymış. Köye vardığınızda, ya da daha doğrusu varırken tarlalardan çok nasıl bir tepe üzerinde kurulduğu dikkatinizi çekiyor. Ciddi anlamda bir tepe çıktıktan sonra süper manzarası olan Tepeköy'e varıyorsunuz.

  Tepeköy'ün bu kadar popüler olmasında Barba Yorgo'nun önemi büyük demiştik. İstanbul'dan köyüne döndükten sonra köyüne yatırım yapan bu yaşlı Rum, görebildiğim kadarıyla yaptığı yatırımların karşılığını da alabilmekte.. Köy meydanında tavernası bulunuyor. Köyde kalacak yer de sağlamakta. Köyün girişindeki ilkokul lojmanlarını 50 seneliğine kiralamış merkezde konuştuğumuz Ada'nın yerlilerinden birinin söylediğine göre. İlkokul'un hemen karşısında da Barba Yorgo'nun şarap evi var. Şarap Evi'nin de hemen önünde Okulun Atatürk Büstü ve "Ne Mutlu Türküm Diyene" yazısı var.. İronik..



  İlkokul hayalet halde.. 1950'lerde Gökçeada ve Bozcaada'daki Türk okullarında Rumca eğitim verilmesi yasaklanınca Rumlar'ın Adalar'dan gitme süreci hızlanmış ve okulun da pek bir işlevi kalmamış.

  Köyde kalmak istiyorsanız öncelikle telefonla arayıp yer olup olmadığını sorun, rezervasyon yaptırın. Yoksa bizim gibi
"--ee, biz kalıcaktık",
"--Ne zaman kalmak istiyordunuz? Bugün ne yazık ki bütün yerlerimiz dolu"
"--(İç Ses: Hadi bee, bizdeki şansın da taaa...), Tüh, kötü oldu bu yav.."
benzeri bir diyalog'un parçası olabilirsiniz. Yeri gelmişken Barba Yorgo'nun Web Sitesi'ni de vermiş olayım bari :) Sitede Barba Yorgo, Tepeköy ve İmroz hakkında daha detaylı bilgiler bulabilirsiniz.



  Yukarıdaki iki resmi de Barba Yorgo'nun tavernasında misafir olmuş, konaklamış birisi olan Hakkı Arıkan'ın Blogu agzimintadi.blogspot.com'dan aldım. Bence göz atmaya değer bir blog, Barba Yorgo ve Tavernası hakkındaki yazısı için, özellikle de yeme içme ile ilgili detaylar için buradan buyrun.. :)
    İki yabancı gibi iki yakada,
    Uzo ve Rakı ile dumanlı kafaları,
    Dillerinde aynı şarkı, dudaklarında aynı tebessüm,
    Kim inanır ki düşman olduklarına..


  Köyün tepede olmasından mütevellit, seyredebildiğiniz manzaranın tadına doyum olmuyor. Köyün girişine arabanızı bıraktıktan sonra köyün içinde bir gezinin. Çok gezinmeden direk meydana gelirsiniz muhtemelen. Meydanda taverna'nın yanındaki yoldan eski çamaşırhane'ye doğru gittiğinizde sizi aşağıdaki gibi manzaralar karşılıyor.



  Sadece doğa manzaraları değil, köyün şirin evleri de insanı mutlu ediyor. Pencere ve çevreleri mavi çizgilerle boyanmış beyaz evler Yunan bayrağı misali evlerin dışını süslüyor. Alttaki resimlerdeki gibi bir çok ev görebilirsiniz.




  Kısacası köyü gezin mutlaka; ama hayvanat bahçesini gezermiş gibi değil. O köyde insanlar yaşıyor ve hayatlarına devam ediyorlar, köy butik değil!!.. Bunu akıldan çıkarmamak lazım.

  Köyde gezerken terk edilmiş birçok ev bulabilirsiniz. Terk edilmiş evlerin bazıları beni savaş filmi setindeymişim gibi dehşete düşürmüştü..



  Zeytinli Köy'de Madam'ın Dibek Kahvesi'ni içememekten sonra kaçırdığım için içimde kalmış ikinci şey, Barba Yorgo'nun Tavernası'nda sarhoş olup Tepeköy'de bir gece geçirememektir. Bir sonraki sefer bu şansı kaçırmamak için elimden geleni yapıcam, başta rezervasyon olmak üzere :)

  Bu arada ufak bir not, 15 ağustos'ta dünyanın dört bir yerinden insanların geldiği bir Ortodoks Bayramı kutlanıyor. Meryem Ana'nın Cennete Yükselişi Bayramı olarak adlandırılıyormuş wikipedia'nın dediğine göre.. Bu tarihlerde Tepeköy'de olmak istiyorsanız iki üç ay öncesinden yer ayırtmanız gerekiyor. 15'inde tavernanın da bulunduğu köy meydanında eğlenceler oluyor, sirtakiler/çiftetelliler oynanıyor, uzolar/şaraplar içilip sarhoş olunuyormuş. Ortodoksların bu bayramları için daha detaylı bilgi almak ve fotoğraflara bakmak istiyorsanız Barba Yorgo'nun websitesindeki ilgili sayfaya göz atabilirsiniz.

  Ha şunu da ekliyyim, Barba bizdeki Amca, Dayı, Aga gibi bir sıfat. Yorgo Amca, Yorgo Dayı, Yorgo Aga gibi bir şey Barba Yorgo da..

Şaraplar

  Barba Yorgo'nun tavernacılığın yanında şarapçılığa da el attığını, köyün girişinde Şarap Evi olduğunu söylemiştim yazının başında. E Barba Yorgo kimyager olduğu için Şarap işine girişmemesi şaşırtıcı olurdu diye düşünüyorum :) Ama bizim şarap seçimimiz Barba Yorgo'nun şaraplarından yana olmadı. Trakya'da doğup büyümüş Trakya çocukları olarak ev yapımı şarabın gücüne inanıp Barba Yorgo'nunkiler gibi etiketli olmayan ev yapımı şarapların peşinden gittik.

  Aldığınız şarabın etiketli olup olmaması pek umurunuzda değilse Köy Meydanı'ndaki bakkaldan Dimitri'nin şaraplarını almanızı tavsiye ederim. Dimitri köyün bakkalı ama vefat etmiş; kızı Angelikou (umarım adını yanlış hatırlamıyorumdur) bakkalı işletiyor, şarapları da O satıyor. Şarapları almadan tatma şansınız da var bu arada. En azından şaraptan tadıp, ikram fıstıklardan yeyip bir deneyin, beğenirseniz 2009 Ağustos'unda 10 tl'ydi Dimitri'nin şarapları. Şarabın sonucu için Kaleköy Liman'ında Dimitri Şarabından içerken çektirdiğimiz fotoğraflara bir daha göz atabilirsiniz :)

  Dimitri'nin şarapları çok ilginç :) Tatlı bir şarap, kolay içimli ve lıkır lıkır su içermişçesine gidiyor. İçine çok kükürt atmadıkları için(duyduğuma göre şarapların alkol oranını sabit tutmak ve dayanıklılığını arttırmak için içine bir miktar kükürt atılıyormuş) acılığı da yoktu. Barba Yorgo'nun şarapları 20-25 tl'yken 10 tl olması da cabası. Köylünün birinin söylediğine göre pek de tad farkı yokmuş aralarında, gerçi ben Barba Yorgo'nunkilerin daha sert, daha kekremsi bir tadda olabileceğini düşünüyorum :)


Köyde gezinirken gördüğüm közlük :) Aladdin'in cini çıksa içinden şaşırmam. Cin olmasa bile bir masal kahramanı çıktı ama karşımıza.. =)


  Köyde gezerken karşılaştığımız bir masal kahramanı köylü ise Kostas'nın (Kosta) şarabını önerdi. Meydanda sorduğumuzda ise Kostas diye birinin olmadığını, şarabı Dimitri'nin yaptığını söylediler. Masal kahramanı adamın söylediğine göre ise köylüler birbirini çekemiyorlarmış. Gerçeği ise bir türlü öğrenemedik. :)


Köyün Kilisesi

  Kilise'nin çanı çalınmış bundan bir kaç sene önce. Nasıl bir talan mantığıdır bu, anlamak mümkün değil. Daha da beteri var, bir kaç sene önce haraç vermesi için Barba Yorgo'nun bacaklarını kırmış mafyacılık oynayan bir kaç densiz.. Bunun gibi bir çok hikayeyle karşılaşabilirsiniz; hatta Türk olduğunuz için size ön yargıyla yaklaşanlar da çıkabilir. Şaşırmayın diye ekleme ihtiyacı duydum.

Çeşm-i Yar çeşmesi ve mesire yeri

  Köyün girişinde bir sapak var. Soldan gittiğinizde köye varıyorsunuz. Sağdan gittiğinizde ise önce bir çeşmeye uğruyorsunuz, çok güzel manzarası var, tam durup da demlenmelik :) Tabi alınan alkol olanına bağlı olarak uçurumdan aşağı uçabiliteniz artıyor, aman diyyim =)

Çeşmenin oradaki manzarada çakma Kristof Kolomb pozu veren bir adet ben :)

  Çeşmeyle ilgili bir dikkatimi çeken de şu oldu:
  • Bu çeşme hep gürül gürül aksın,
    Suyu bol adı Çeşmi Yar olsun
    Görenler hayran hayran baksın
    Yaptıranlar her daim bahtiyar olsun.
    --**--
    Kaymakamlığımızca yaptırılmıştır, ağustos 2005


  •   Son mısrayla alttaki açıklamaya dikkat :) Yaptıranlar bahtiyar olsun, kaymakamlığımızca yaptırılmıştır, Nası Yani??!! :D

      Çeşmeden biraz daha ilerlediğinizde ise 650 yıllık olduğu iddia edilen bir Çınaraltı'yla karşılaşıyorsunuz. Çeşm-i Yar çeşmenin adı mı yoksa bu Çınaraltı'nın adı mı, ya da her ikisi de mi, tam anlayamadım :) O yüzden bu mesire yerine Çınaraltı diyeceğim. Çınaraltı'nın hemen yanında muhtemelen çok güzel bir manzaranın olduğu hafif yükselti bir yer vardı ama askeriye gözetiminde olduğu için ne olduğunu göremedik. Belki biraz daha gezsek Çınaraltı civarında daha güzel yerler de görebilirdik ama geri döndük.

    Tepeköy'den giderken..

      Tepeköy, Gökçeada ve Bozcaada üzerinde Türk-Yunan kapışmasının kurbanı olmuş bir garip Rum Köyü. Her ne kadar Ada tarihi boyunca çeşitli savaş zamanları da görmüş olabileceği gibi, bir kaç yüzyıl önceki halini özlediğini de iddia etmek yanlış olmaz herhalde Tepeköy'ün. En azından Mübadele'den önce tarihinin en dolu dizgin zamanını yaşamıştır diyebiliriz. Yine de insanlarının yüzünden güler yüz pek eksik olmuyor, yaşadıkları onca acıya karşın.

      Kesinlikle daracık yolundan çıkıp da köye ulaşmanıza değecektir. İmroz'un "mutlaka görülmesi gereken" yerlerinden..


    Zeytinli Köyü


      Ada'da gidemediğimiz ve içimde kalan tek yer burasıdır herhalde. Eski bir Rum köyü Zeytinli.. Kale'nin bulunduğu tepeden, ya da Merkezin sırtlarından baktığınızda adadaki hava alanının yanındaki sırtlara kurulmuş halde Zeytinli'yi görebiliyorsunuz.

      Köyün alamet-i farikası Madam'ın dibek kahvesi. Kahvenin olayı da dibek'te dövülmesi.

    Dibek..

      Madam ne yazık ki vefat etmiş bir kaç sene önce.. Şimdilerde oğlu bakıyormuş onun yerine. Zeytinli Köyü'yle ilgili daha detaylı bilgi sahibi olmak istiyorsanız mavielmas.com'daki Gökçeada yazısının ilgili bölümlerine bakabilirsiniz.

      pelincelezzetler.blogspot.com'da bahsedildiğine göre dibek kahvesini yapan başka yerler de var, hatta çeşitli tatlılar/muhallebiler de tatmaya değer güzellikteymişler. Bartholomeos'un (Fener-Rum Patriği, aslen Zeytinli Köylü) Evi'nde Madam Armisa'nın dondurmalı sakızlı muhallebisi, Panayot Usta'nın dondurmaları, Beşiktaşlı Hristo'nun yerinde yine muhallebi ve dibek kahvesi ve Orhan Karatay'ın(Nefise Karatay'ın babası) kahvesi ve dondurması..v.s. gibi

      Gökçeada'ya bir daha gidersem kesinlikle uğramak istediğim yerlerden biri Zeytinli. Dibek Kahvesi'nin neye benzediğini merak ediyorum gerçekten. Bu konuda yorumlarınızla katkıda bulunursanız sevinirim :)


    6 Eylül 2009 Pazar

    Aydıncık Sahili (Kefaloz)


      Gökçeada Merkez'den Ada'nın güneydoğusundaki Eşelek tarafına doğru gidince varabildiğiniz bir plaj Aydıncık plajı. Gündüz vakti Merkez'den kalkan minibüsler buraya gitmekle beraber hareket rahatlığı açısından aracınızla birlikte gitmeniz yeğdir bence. Kendi aracınızla gidiyorsanız Zeytinli yoluna doğru yöneldiğinizde Merkez'in hemen çıkışında sola bir sapak bulunuyor, bu sapaktan saptığınızda Eşelek Yoluna girip 10 km sonra Eşelek'e varıyorsunuz.

      Çoğunlukla yabancı turistler, özellikle de Bulgarlar tarafından tercih ediliyor Aydıncık plajı. İyi rüzgar alan bir yer de olduğu için rüzgar sörfü (windsurf) ve uçurtma sörfü (kitesurf) yapmak amacıyla gelen çok oluyor.


    Kiraladığımız arabayla Uçurtma Sörfü yapılan koya giderken..

      Aydıncık plajı diyince aslında iki plajdan söz edebiliriz. Biri daha çok uçurtma sörfü yapanların takıldığı Aydıncık Burnu ile ada arasında kalan koy. Bu koya direk Eşelek Köyü'nün sonundaki yol ayrımından dümdüz giderek varabilirsiniz. (Bu koyun bulunduğu burun Adanın en güneydoğusundaki burun, daha detay için blog'un altındaki Gökçeada haritasına göz atabilirsiniz.) Diğer plaj ise köyü geçtikten sonra yola devam edip, Tuz gölü'nün yanından devam edildiğinde karşımıza çıkan plaj. Her iki kısım da kumlu bir plaja sahip, ama rüzgar ve uçurtma sörfü yapılan koyda denize girmeye pek imkan bulamayabiliyorsunuz (rüzgar, dalgalar ve sörfçülerden dolayı denizde yüzecek yer bulamama gibi sorunlar yüzünden..)

    Uçurtma Sörfü yapanlar..

      Sırf uçurtma sörfü yapanları seyretmek için bile bu koya uğranabilir bence.. Yeteri kadar seyredip özendiyseniz, Aydıncık plajında rüzgar ve uçurtma sörfü okullarının da bulunduğu sahile yol almanın vakti gelmiştir diyebiliriz. (Uçurtma sörfü ile ilgili yazı biraz aşağıda..)

      Koya girdiğiniz toprak yoldan geri dönüp Eşelek Köyüne geldiğinizde bu kez sapmadığınız yola saparsanız Aydıncık sahiline doğru yol almış olacaksınız. Tabi sahile gelmeden önce adanın %1'ini kaplayan Tuz Gölü sizi karşılayacak.

    Tuz

    Gökçeada Tuz Golü

      Sörf okulunun hemen karşısında, üzerinde yürüyerek ilerleyebildiğiniz bir göl bu Tuz Gölü.. Çamurunun faydalı olduğu söylenmekte, her Tuz Gölü'nde söylendiği gibi :) Derinin üzerini mineralle kaplamak üzerinden bilimsel olarak açıklanabilir belki ama ben daha üzerindeyken kıllandım "vıcık vıcık çamur yahu bu" dedim, o yüzden beni pek açmadı. Okay'la Hülya'nın anlattıklarına göre bütün vücutlarını çamura buladıktan sonra denize bir an önce ulaşmanın yolunu aramışlar, mineralli çamur kuruyunca üstlerinde güneşin de etkisiyle, acıtmaya başlamış doğal olarak =) Ha bir de kükürt tabi, kokuyor çok fena.. Plajdan ayrılırken hemen kalacağımız yeri ayarlayalım da bir banyo yapın diye tutturdum bizimkilere.. :)

    Tuz Gölüne rağbet çok..

    Aydıncık Sahili'nden devam

      Tuz Gölü'ne gelmeden önce sahile varıyorsunuz. Sahilde bir kaç tesis görebilirsiniz. Şezlonglar ve nispeten az sayıda şemsiyeler var. Kiralananları da kiralanmayanları da.. Kiralamak demişken rüzgar sörfü için rüzgar sörfü tahtası(board) da kiralayabiliyorsunuz. Kiralayanlar arasında tek kelime Türkçe bilmeyen Bulgarlar da var :) Gerçi bir tesiste Bulgar sörf hocasını beklemek pek işimize gelmediği için diğer tesise gittik, beklemediğimiz hoca belki Türkçe biliyordur ama en son gittiğimiz tesisteki adamın "Belediye" dışında pek Türkçe bildiğini söyleyemeyiz herhalde :)

      Okay'ın daha önce rüzgar sörfüyle uğraşmışlığı var, o yüzden board kiralamak istedi. "Tek kelime Türkçe konuşmayan" Bulgar'dan kiraladık biz de (saati 20 tl'ye kiralıyordu, öbür tesiste 25'ti.)

      Board kiralayabilmek için daha önce sörf yapıp yapmadığınız soruluyor size. Hangi bölgede yaptığınızı da soruyorlar. (Enez'i Bulgar abi'ye anlatabilmek için çok uğraştık, sonra boşver dedi zaten =) ) İkna sürecini başarıyla atlatırsanız nasihat kısmı başlıyor. Rüzgara göre nelere dikkat etmeniz gerektiğinden bahsediyor Bulgar abi. Fazla açılırsanız ve geri dönemezseniz sizi botla alacağını ama sahile döndüğünüzde de 40 tl'nizi alacağını söylüyor. Anlaşırsanız yelken ve board seçmeye başlıyorsunuz.

      Tavsiyem, eğer bir kaç kere kiralama şansınız varsa 4.4, 4.5liklerle rüzgarı tanımanız ve kendinize güveniyorsanız sonra 6.5, 6.6lıklara el atmanız. Okay'ın dediğine göre rüzgar oldukça kuvvetli (Bir Alaçatı kadar mıdır, bilemiyciğim ama :p) iki gidip geldikten sonra karaya uğrayıp soluklanma ihtiyacı duydu, birasından yudumladı.

    Okay on board ;)

      Profesyonel sörfçülerin çoğu kendi boardlarını da alıp geliyorlar Gökçeada'ya zaten. Board muhafaza kutusu olan bir çok karavan görebilirsiniz sağda solda. Tam teçhizat sörf yapmaya gelenler arasında sörfü bir kültür olarak yaşayanlar da gördük. 2-3 yaşlarındaki çocuklarına sırayla bakıp sörf yapan bir çifti görmek güzeldi :)

      Boardların enleri de çok geniş bu arada. 1-1.5 hatta belki 2 m. boyunda eni olan boardlar var.

      Sahil boyunca sörf okulları da bulunmakta. Ama internet üzerinden iletişim konusunda biraz ilkel kalmışlar sanırım, o yüzden elle tutulur bir adres veremiyorum. Basit bir kaç google aramasıyla bir kaç adrese ulaşabiliyorsunuz, telefonla arayıp bilgi almak yararlı olabilir. (Facebook'ta aramak Google'da aramaktan daha yararlı da olabilir belki =) ) Ne yazık ki sörf okulları hakkında yazabileceklerim ancak bu kadar.

    Uçurtma Sörfü

      Youtube'da kitesurf diye arattığınızda bir çok video seyretmeniz mümkün. Yamaç paraşütüne benzeyen bir aparata ip bağlanıyor. Bu ipin ucundaki sopayı jetski dümeni gibi tutuyorsunuz. Bir başka ip de emniyet kemeri halini alıp gövdenize bağlanıyor. Board'a da ayaklarınızı sabitliyorsunuz (birebir sabitlemek değil tabi, herhangi bir düşme anında board'dan kurtulabileceğinizi şekilde sabitlemek.) Daha detaylı bilgi için kitesurfing wikipedia makalesini tavsiye ederim.

      Eğer öğrenmek istiyorsanız 10 saatlik bir kursu 550 tl'ye verip de öğreten Bulgar hocalar mevcut :) (Tabi dil problemini aşmanız gerekiyor yine) İki aşamadan oluşuyor bu kurslar, öncelikle uçurtmanın kontrolünü öğrendiğiniz aşama, ki bu aşama yerde oluyor. Diğer aşamada ise denizde pratik yapmaya başlıyorsunuz. Tabi tecrübeniz ve elinizin yatkınlığına göre 10 saatten daha kısa bir sürede de öğrenmeniz mümkünmüş, size kalmış. Üst gövde çalıştıysanız, rüzgar sörfü ve/veya kayak yaptıysanız, bunlar öğrenmek için artılarmış.

    Aydıncık Plajı ile ilgili son ayrıntı:

      Aydıncık plajıyla ilgili yazıma son vermeden önce atlamak istemediğim son bir ayrıntı var :) Bulgar Kızları.. Yok, herhangi bir abazanlık söz konusu değil :) Ciddi bir şekilde gözünüze çarpıyor Bulgar aplalar. Birçoğu manken gibi ve sahildeki kadınların bel ölçülerinden Türk mü Bulgar mı olduklarını anlayabiliyorsunuz.(swh) İçinizden "seneye Bulgarca öğrenip de gelicem" diye geçiriyor olabilirsiniz bile :) (cinsiyetten bağımsız kuruyorum bu cümleyi, kadınsanız da aynı şeyi düşünüyor olabilirsiniz yani.. Gerisini siz düşünün =) )

      Tabi Gökçeada özelinde hatta Aydıncık sahili özelinde konuşuyorum. Gereksiz bir Türk Kızları - Bulgar Kızları sidik yarışı yaratmak değil niyetim. Ayrıca yazar burada Türk erkeklerine de sesleniyor: "Aman abi, istisnalar kaideyi bozmasa da dönüp dolaşıp geleceğimiz yer yine kürkçü dükkanı.. Tamam, Bulgar aplalar taş, ama birilerini de kızdırmamak lazım :p" deyip de bitiriyorum bu yazıyı da ;)



    Kaleköy Limanı


      Ne Gökçeada Resort Otel sapağından ne de Yukarı Kaleköy tabelasından sapmayıp da dümdüz gittiğinizde Limana (Balıkçı teknesi Limanı) varacaksınız. Cuma Gecesi içtiğimiz Son Vapur Restoran'ın da bulunduğu sokak boyu restoranlar var Liman boyunca. Restoranların hemen yanında çay bahçeleri bulunuyor. Çay bahçelerinden hemen önce de hediyelik eşya v.s. satılan bir alan var.

      Liman boyunca yürüyebiliyor, çay bahçeleri ya da restoranları tercih etmediyseniz bile banklarda oturabiliyorsunuz.

      Limanın ucuna gidip, kayalıkların üzerine oturup Limanı ve Kaleköy'ü seyrederek içmek gayet güzel ve test edilmiş bir aktivitedir. Özellikle Tepeköy'den aldığınız Dimitri Şarabı, yanına da kabuklu fıstık, tabi bu gibi ortamların olmazsa olmazı muhabbet; sonuç, aşağıdaki fotoğraflarda gördüğünüz gibi mutlu insanlar =)



      Liman'a gündüz pek gitmedik, zaten gündüz pek de hareketli olmuyor. Gece ise her ne kadar hediyelik eşya satan yerleri, restoranları, çay bahçeleri olsa da sessiz ve sakin bir yer görüntüsü çiziyor. Kafanızı dinleyebileceğiniz bir tatil yeri havasında yani.

      Gece denemenizi tavsiye edebileceğim bir şey de Liman'a demirlemiş balık-ekmek teknesi.

      Balık-ekmek uskumrusu da güzel olmakla beraber ekmek arası midye tavasına bayıldık. Çok çıtır çıtır olmayan, deniz ürünü yediğiniz hissiyatını kaybettirmeyen, sosuyla bütünlük içerisinde olan gayet güzel bir ekmek arası midye tavaydı. 10 üzerinden 9 alır rahatlıkla ;)


    İmroz Kalesi


      İmroz Kalesi, Kaleköy'ün tepesinde uzun bir göndere çekilmiş bir Türk Bayrağı'nın dalgalandığı yer. Adanın en çok rüzgar alan yerlerinden biri olması sebebiyle Bayrak gerçek anlamda dalgalanıyor. Gökçeada Merkez'den Kaleköy'e giderken sahile gelmeden Kale - Yukarı Kaleköy tabelasını takip edip sağa dönerseniz yukarıya tırmanan bir yola girmiş oluyorsunuz. Bu tabelaya gelmeden biraz önde, solda Gökçeada Resort Otel sapağı bulunmakta.

      Yolu takip edip tepeye çıktığınızda Yakamoz Otel/Restoran'ın yanındaki park yerine aracınızı park edebiliyorsunuz. Araçtan inince Ada manzarasından gözünüzü alıp tepeye çıkmaya niyetlendiğinizde "Kaleye Gider" yazısı gözünüze çarpacak. Araç için anlatıyorum ama yürüyerek de bu anlattığım noktaya çıkabilirsiniz. Biraz dik ve 10-15 dakikalık tırmanma yolu yürüyerek..
      Kale'ye doğru dar bir yoldan, evlerin iyice arasından çıkıyorsunuz. Şansınız varsa minik Efe daha yolun başında sizi alıkoyabilir ;) Alıkoyduktan sonra da bütün tatlı küçük çocuklar gibi soru yağmuruna tutabilir sizi :D ya da fotoğraf çekiyorsanız O ne? ile başlayan ve yukarıdaki fotoğrafı çekmesine sebep olan bir konuşmaya doğru sürükleyebilir. =)
      Yukarıdaki fotoğrafta da Ege, Egelerin Evi ve Evin yanından geçen Kale yolunu görebilirsiniz. Hemen arkadaki Poseidon Pansiyon'un yanından Çadır Kafe'ye ulaşıyorsunuz. Ondan ötesi de Kale zaten.
      Bu fotoğrafını da koymadan edemedim. Çok tatlı velet yav, tü tü tü, nazar değmesin :) Not: Ege'yi teşhir etmek değil burada niyetim, neticede ondan ve ailesinden izinsiz fotoğrafını buraya koyuyorum. Herhangi bir yanlış anlaşılma olmaması için böyle bir not düşeyim dedim. Vicdanım rahat olsun en azından :)

      Bu tatlı evlata hoşçakal dedikten sonra Kale'ye doğru çıkmaya başlıyoruz, cümlemizi bitiremeden Kale yıkıntılarının başlangıcına da varmış oluyoruz =) Kale'ye vardığınızda Poseidon Pansiyon'un da sahibi olan Çadır Kafe karşınıza çıkıyor. Cumartesi gece bir keşif gezisi yapmıştık buraya, sonra "Yav bu rüzgarda biz uçarız, Hülya hayli hayli uçar"da karar kılıp Liman'a inmiştik. İkinci gelişimiz ise Pazar sabahı (sabahtan ziyade öğleden önce desek daha doğru olur sanırım) kahvaltı yapmak amaçlı oldu.
      Çadır Cafe (aslında sanırım adı Karaçadır Cafe, ama Çadır Cafe daha kısa geliyor =)) böyle bir yer. Arkadaki Çadırın altında minderler var, oturup nargile içebiliyorsunuz, tavla v.s. de var. Bunun dışında dışarıya da bir kaç tahta oturak koymuşlar. Buralara oturup kahvaltı edebiliyorsunuz.
      Resimde Hülya'nın oturduğu yerleri tercih ettik biz kahvaltı etmek için. Bu oturakların olduğu yerler hafiften kuytuda olduğundan pek rüzgar almıyordu kahvaltı sırasında (Gökçeada şartları altında tabi :) ). Burada menemen yiyip kahvaltı yaptık. Yağsız, sert bir peynirleri var, ev yapımı sanırım. Menemen'i de iyi yapıyorlar, Ecem Ev Yemekleri'nde yediğimizki kadar var.

      Kale'den ulaşabildiğiniz görüntüler çok güzel. Adanın bütün ovalık kesimini görebiliyor, arkanıza güzel de bir panorama alıp fotoğraf çektirebiliyorsunuz.
      Arkamızda, Okay'ın tarafında gözüken beyaz binaların olduğu yer Yeni Bademli Köyü.

      Kale kalıntıları içerisinde de yukarıya doğru bir miktar tırmanıyorsunuz. Aşağıdaki fotoğrafta Çadır Cafe'nin ve kahvaltı yaptığımız yerin bir miktar aşağıda kaldığını görebilirsiniz.

      Güneş arkanızda kalıyorsa da kale harabelerinin arasında durup fotoğraf çekilebilirsiniz. Semadirek ve açık deniz, bir de denizi karşılayan koylar, kayalar mükemmel görünüyor.

      Gönderinin başında da söylediğim gibi belki de Adanın en rüzgarlı yerlerinden birisi burası. Kahvaltımızı ederken bu gerçeğin Türk aklına yansımasına şahit olduk bir de :) Yaratıcı bir amcamız tişörtünü çıkarıp bayrak gibi tutarak (kendisine de gönder muamelesi yapıyor tabi) karısına "Aysel, çek çek, kendi cumhuriyetimi kurdum, hehehe" derken biz mavi ekran verdik zaten. Sonradan adını da öğrendiğimiz bu zat-ı muhteremi "Gökçeada Kalesi'nde kendi cumhuriyetini kuran Yadigar Bey olarak kayıtlara geçirmiş bulunuyoruz böylelikle :) Kaleden inerken de yanımızdan geçtiğinde bizi selamlaması bizim için ayrı bir kıvanç kaynağı oldu tahmin edersiniz ki.. Ne de olsa Yadigar Bey tebasını selamlıyordu :p Muhteremin bayrak pozisyonunu yakalayamadık ama tişörtünü giyerken yakalayabildik ancak, o da budur efendim (kadraja sol köşeden giren Aysel Hanım'a da dikkatinizi çekerim):

      Kale'de (Karaçadır Cafe'de) tek eksiğimiz nargile oldu. Bir dahaki sefere umarım. Karaçadır Cafe'nin sahibi doğma büyüme Kaleköylü bir Türk, kibar da birisi. Cafe çok ucuz değil ama çok tuzlu da değil. Kahvaltı için tahmin ettiğimizden az ücret ödemiştik diye hatırlıyorum.

      Bitirirken iletişim bilgilerini de vermiş olayım:
    Poseidon Pansiyon ve Karaçadır Cafe
    Nargile, Köy Kahvaltısı, Soğuk İçecekler, Nefis Yemekler ve Gözlemeler.
    Tel: 0286 887 38 17
    Cep: 0546 921 18 09



    5 Eylül 2009 Cumartesi

    Gökçeada - Nerelere Gidelim, Nasıl Edelim?


      Gökçeada'ya geldiniz, şu veya bu şekilde kalacak yerinizi de ayarladınız (ya da farzedelim ki ayarladınız =) ). Bundan sonra Gökçeada'da nerelere gidip neler yapabileceğiniz üzerine yazmaya sıra geldi. Her ne kadar bir önceki gönderide plajlar hakkında kısa bir değerlendirme yapmış olsam da plajları daha detaylı ele alacağım, özellikle Aydıncık plajını.

      Değineceğim yerler şunlar, üzerine tıklayarak ilgili gönderi sayfasına gidebilirsiniz:

    Gökçeada'nın Rum Köyleri ile ilgili yazılar:
    • Zeytinli Köyü
    • Gidemediğimiz bir yer olsa da gördüklerim, duyduklarım hakkında ve bilgilendirmeyi amaçlayan bir yazı.. Madam'ın dibek kahvesi burada..

    • Tepeköy
    • Adanın en popüler Rum köyü.. Barba Yorgo'nun tavernası.. Dimitri'nin şarapları.. Çeşm-i Yar adlı 650 yıllık çınar..

    • Dereköy
    • Zamanında Türkiye'nin en büyük köyü olan günümüz hayalet köyü..

    • Eski Bademli
    • Dün sana tepeden baktım ey Aziz İmroz..


    Bir de hiç bir kategoriye koyamadığım ama not aldığım diğer konular:

      Bütün bunların yanında müessesemizin ikramı olarak Prof. Dr. Güliz Erginsoy'un hazırladığı bir sosyolojik araştırmayı da sunuyorum sizlere efendim :) Sweet as an almond : from Gliki to 'Bademli' : full time and part time citizenship adlı makalenin pdfsine şuradan ulaşabilirsiniz. Adalıların yaşayışları, 1900lerde olan göç olayları, bunların nedenleri v.s. hakkında detaylı bir sosyolojik çalışma, ilgilisine..

        Bu sayfayı bu şekilde dallandırıp budaklandırmayı daha uygun gördüm, burdaki bağlantıları bitirdiğinizde geriye kalan size aktarabileceğim tek şey geri dönüş yolculuğumuz:



    Gökçeada: Plajlara Genel Bir Bakış


      Blogun altındaki Gökçeada haritası'nda plajları görebilirsiniz. Ayrıca daha önce bahsettiğim gibi turizm bilgilendirme bürosundan harita temin ederseniz (broşürlerin arkasındakiler de yeterlidir) bunlar da yararlı olabiliyor. 3 Plajı ele alıcam bu gönderide, daha sonra bunlar hakkında detaylı bilgiler de vereceğim. O yüzden bu gönderiyi giriş yazısı olarak algılayabilirsiniz.

    1. Aydıncık (Kefaloz) Plajı
      Gökçeada Merkez'den Adanın güneydoğusundaki Eşelek tarafına doğru gidilince varılıyor. Çoğunlukla Bulgarlar tarafından tercih ediliyor. Rüzgarlı bir alan olduğu için rüzgar sörfü ve uçurtma sörfü (kitesurfing) yapılmakta. Uçurtma sörfü daha çok Aydıncık Burnuyla Ada arasındaki koy'da (Blogun altındaki Gökçeada haritasında Aydıncık(Kefaloz) diye gösterilen yerde) yapılıyor.

      Kumlu bir kumsal, denize girmek için tercih edilebilir bir yer. Tesisler mevcut. Kumsal'ın yakınında kendinizi çamura boyayabileceğiniz Tuz Gölü de mevcut =) Bu kumsal hakkında Aydıncık bağlantısında ayrıntılı bir şekilde bahsetmekteyim.

    1. Gizli Liman
      Ada'nın en batı ucundaki İnce Burun'un olduğu yer. Upuzun ve taşlı bir sahili var. Denizi de kumsalı da taşlı. Pek de görülecek bir tarafı yok işin açıkçası. Türkiye'nin en batısında güneş batarken şarap içme gibi bir fantezimiz vardı, patladı :) Burnun olduğu yer hafif yükselti ve güneşin batışı iyi izlenemiyor. O yüzden ordaki kenar lokantada köfte yaptırıp sahilde yedik.

      Sahilin bir kötü tarafı da ısıran sineklerin olması, oldukça rahatsız edici. Gerçi biz vardığımızda akşam vaktiydi, gündüz durum farklı olabilir.

      Bu sahili kullanmak istiyorsanız Uğurlu'daki pansiyonlarda kalabilirsiniz. Uğurlu ise tam bir Türk Köyü, ayrıca tam anlamıyla da bir köy. Farklı bir şey beklemeyin diye yazıyorum. Uğurlu'da kalıyor olsanız bile sahile ulaşmak için araba kullanmanız gerekiyor.

      Ada'nın bu yanına yakın Milli Eğitim ve Adalet Bakanlıklarının tesisleri var, Bu bakanlıklara bağlı memur ailelerindenseniz öyle bir şansınız da mevcut. :)

    Gizli Liman.. mavielmas.com'dan alıntı

    1. Kuzu Limanı Sahili
      Kuzu Limanı'nın olduğu bölgedeki sahil. Pazar sabahı ben gitmedim, Hülya'yla Okay gitti. Taşlık ve Kayalık bir sahilmiş. Onlar gittiği zaman oldukça dalga varmış, hatta dalgadan kafaları olmuş, o derece :p Dalgaların bir örneğini aşağıda görebilirsiniz. Dalgalı deniz sevenlere ithaf olunur :) Not: Ada'daki rüzgara göre dalgalı olan plajlar değişebilir, Kuzu Limanı sahili default dalgalı gibi bir çıkarım yapmamak lazım.



    Adada Araba Kiralamak


      Türkiye'nin en büyük adası neticede Gökçeada.. Blog'un altındaki ada haritasından da görebileceğiniz üzere, bir ucundan öbür ucu 30 km'yi bulabiliyor. Adanın içerisinde özel arabanız olmadan gidemeyeceğiniz yerler var; mesela Tepeköy.. O yüzden adanın tadını çıkarmak için araba şart gözüküyor.

      Adada araba kiralayabileceğiniz iki kişi vardı 2009 ağustos'unda. Biri Cemalettin Bey. 0538 797 42 83 tel no.su. Elinde Renault Optima var, 1994 model. günlüğü 70 tl, ama pazarlık payı mevcut. Çok gün kalacaksanız günlük fiyatı da ona göre düşüyor. Adamın elinde bir de Renault 9 Broadway var, söylediğine göre komşusununmuş. Onun içinse 70 tl diyor, 69 diyemiyormuş komşusunun olduğu için. (tabi tabi ;))

      Diğeri ise Çanakkaleli birisi, ama adada Yavuz Bey yardımcı oluyor. Yavuz Bey ise adanın yerlisi, anladığım kadarıyla onun da elinde başka arabalar var. Bu Ç.Kaleli amcabeyin telefon numarası 0537 952 05 61. 2010 model fiat albea kiralıyorlar, 100 tlye.. Araba 1.2 motor, adanın her tarafına gitmek istiyorsanız 40-50 tllik benzin yetiyor. Biz 40 liralık doldurmuştuk mesela. Biz öğrenci ayağı yaptık, ama anca 90 tlye düşürdü Ç.Kaleli amcabey.

    kiraladığımız arabayla aydıncık plajında..


      Adada irtibatı Yavuz Beyle yapıyorsunuz, cep telleri 0532 352 18 33 / 0546 929 37 01. Yavuz Beyin elinde Serçe de var, günlük 40 tl. Başka arabalar da varmış söylediğine göre, ama cumartesi günü sadece albea vardı ellerinde, biz de 90 lira olursa olsun, kiralayalım bari diyip arabayı kiraladık ve adanın görülmedik yeri kalmayıncaya kadar gezelim dedik.

      Kişisel tavsiyem, Gökçeada'ya gidebilirseniz kendi taşıtınızla birlikte gidin. Yoksa araba kiralamak için şanslı olmanız gerekecek, önceden iletişim kurmazsanız arabasız kalmanız işten bile değil. Taşıtınız yoksa Adanın pek de tadını çıkaramaz, Kaleköy, Yeni Bademli, Merkez dışında pek hareket edemezsiniz.