19 Ekim 2009 Pazartesi

Tepeköy


  Ada'nın Rum köyleri içinde en popüler olanı. Bunda yıllardır İstanbul'da yaşadıktan sonra köyüne dönüp köyün tek Rum tavernasını açan, köyün turistik değerinin artmasını sağlayan Barba Yorgo'nun katkısı yadsınılmaz.

  Burada bahsedildiğine göre köyün eski adı Yunanca'da "küçük tarlalar" anlamına gelen Agridia'ymış. Köye vardığınızda, ya da daha doğrusu varırken tarlalardan çok nasıl bir tepe üzerinde kurulduğu dikkatinizi çekiyor. Ciddi anlamda bir tepe çıktıktan sonra süper manzarası olan Tepeköy'e varıyorsunuz.

  Tepeköy'ün bu kadar popüler olmasında Barba Yorgo'nun önemi büyük demiştik. İstanbul'dan köyüne döndükten sonra köyüne yatırım yapan bu yaşlı Rum, görebildiğim kadarıyla yaptığı yatırımların karşılığını da alabilmekte.. Köy meydanında tavernası bulunuyor. Köyde kalacak yer de sağlamakta. Köyün girişindeki ilkokul lojmanlarını 50 seneliğine kiralamış merkezde konuştuğumuz Ada'nın yerlilerinden birinin söylediğine göre. İlkokul'un hemen karşısında da Barba Yorgo'nun şarap evi var. Şarap Evi'nin de hemen önünde Okulun Atatürk Büstü ve "Ne Mutlu Türküm Diyene" yazısı var.. İronik..



  İlkokul hayalet halde.. 1950'lerde Gökçeada ve Bozcaada'daki Türk okullarında Rumca eğitim verilmesi yasaklanınca Rumlar'ın Adalar'dan gitme süreci hızlanmış ve okulun da pek bir işlevi kalmamış.

  Köyde kalmak istiyorsanız öncelikle telefonla arayıp yer olup olmadığını sorun, rezervasyon yaptırın. Yoksa bizim gibi
"--ee, biz kalıcaktık",
"--Ne zaman kalmak istiyordunuz? Bugün ne yazık ki bütün yerlerimiz dolu"
"--(İç Ses: Hadi bee, bizdeki şansın da taaa...), Tüh, kötü oldu bu yav.."
benzeri bir diyalog'un parçası olabilirsiniz. Yeri gelmişken Barba Yorgo'nun Web Sitesi'ni de vermiş olayım bari :) Sitede Barba Yorgo, Tepeköy ve İmroz hakkında daha detaylı bilgiler bulabilirsiniz.



  Yukarıdaki iki resmi de Barba Yorgo'nun tavernasında misafir olmuş, konaklamış birisi olan Hakkı Arıkan'ın Blogu agzimintadi.blogspot.com'dan aldım. Bence göz atmaya değer bir blog, Barba Yorgo ve Tavernası hakkındaki yazısı için, özellikle de yeme içme ile ilgili detaylar için buradan buyrun.. :)
    İki yabancı gibi iki yakada,
    Uzo ve Rakı ile dumanlı kafaları,
    Dillerinde aynı şarkı, dudaklarında aynı tebessüm,
    Kim inanır ki düşman olduklarına..


  Köyün tepede olmasından mütevellit, seyredebildiğiniz manzaranın tadına doyum olmuyor. Köyün girişine arabanızı bıraktıktan sonra köyün içinde bir gezinin. Çok gezinmeden direk meydana gelirsiniz muhtemelen. Meydanda taverna'nın yanındaki yoldan eski çamaşırhane'ye doğru gittiğinizde sizi aşağıdaki gibi manzaralar karşılıyor.



  Sadece doğa manzaraları değil, köyün şirin evleri de insanı mutlu ediyor. Pencere ve çevreleri mavi çizgilerle boyanmış beyaz evler Yunan bayrağı misali evlerin dışını süslüyor. Alttaki resimlerdeki gibi bir çok ev görebilirsiniz.




  Kısacası köyü gezin mutlaka; ama hayvanat bahçesini gezermiş gibi değil. O köyde insanlar yaşıyor ve hayatlarına devam ediyorlar, köy butik değil!!.. Bunu akıldan çıkarmamak lazım.

  Köyde gezerken terk edilmiş birçok ev bulabilirsiniz. Terk edilmiş evlerin bazıları beni savaş filmi setindeymişim gibi dehşete düşürmüştü..



  Zeytinli Köy'de Madam'ın Dibek Kahvesi'ni içememekten sonra kaçırdığım için içimde kalmış ikinci şey, Barba Yorgo'nun Tavernası'nda sarhoş olup Tepeköy'de bir gece geçirememektir. Bir sonraki sefer bu şansı kaçırmamak için elimden geleni yapıcam, başta rezervasyon olmak üzere :)

  Bu arada ufak bir not, 15 ağustos'ta dünyanın dört bir yerinden insanların geldiği bir Ortodoks Bayramı kutlanıyor. Meryem Ana'nın Cennete Yükselişi Bayramı olarak adlandırılıyormuş wikipedia'nın dediğine göre.. Bu tarihlerde Tepeköy'de olmak istiyorsanız iki üç ay öncesinden yer ayırtmanız gerekiyor. 15'inde tavernanın da bulunduğu köy meydanında eğlenceler oluyor, sirtakiler/çiftetelliler oynanıyor, uzolar/şaraplar içilip sarhoş olunuyormuş. Ortodoksların bu bayramları için daha detaylı bilgi almak ve fotoğraflara bakmak istiyorsanız Barba Yorgo'nun websitesindeki ilgili sayfaya göz atabilirsiniz.

  Ha şunu da ekliyyim, Barba bizdeki Amca, Dayı, Aga gibi bir sıfat. Yorgo Amca, Yorgo Dayı, Yorgo Aga gibi bir şey Barba Yorgo da..

Şaraplar

  Barba Yorgo'nun tavernacılığın yanında şarapçılığa da el attığını, köyün girişinde Şarap Evi olduğunu söylemiştim yazının başında. E Barba Yorgo kimyager olduğu için Şarap işine girişmemesi şaşırtıcı olurdu diye düşünüyorum :) Ama bizim şarap seçimimiz Barba Yorgo'nun şaraplarından yana olmadı. Trakya'da doğup büyümüş Trakya çocukları olarak ev yapımı şarabın gücüne inanıp Barba Yorgo'nunkiler gibi etiketli olmayan ev yapımı şarapların peşinden gittik.

  Aldığınız şarabın etiketli olup olmaması pek umurunuzda değilse Köy Meydanı'ndaki bakkaldan Dimitri'nin şaraplarını almanızı tavsiye ederim. Dimitri köyün bakkalı ama vefat etmiş; kızı Angelikou (umarım adını yanlış hatırlamıyorumdur) bakkalı işletiyor, şarapları da O satıyor. Şarapları almadan tatma şansınız da var bu arada. En azından şaraptan tadıp, ikram fıstıklardan yeyip bir deneyin, beğenirseniz 2009 Ağustos'unda 10 tl'ydi Dimitri'nin şarapları. Şarabın sonucu için Kaleköy Liman'ında Dimitri Şarabından içerken çektirdiğimiz fotoğraflara bir daha göz atabilirsiniz :)

  Dimitri'nin şarapları çok ilginç :) Tatlı bir şarap, kolay içimli ve lıkır lıkır su içermişçesine gidiyor. İçine çok kükürt atmadıkları için(duyduğuma göre şarapların alkol oranını sabit tutmak ve dayanıklılığını arttırmak için içine bir miktar kükürt atılıyormuş) acılığı da yoktu. Barba Yorgo'nun şarapları 20-25 tl'yken 10 tl olması da cabası. Köylünün birinin söylediğine göre pek de tad farkı yokmuş aralarında, gerçi ben Barba Yorgo'nunkilerin daha sert, daha kekremsi bir tadda olabileceğini düşünüyorum :)


Köyde gezinirken gördüğüm közlük :) Aladdin'in cini çıksa içinden şaşırmam. Cin olmasa bile bir masal kahramanı çıktı ama karşımıza.. =)


  Köyde gezerken karşılaştığımız bir masal kahramanı köylü ise Kostas'nın (Kosta) şarabını önerdi. Meydanda sorduğumuzda ise Kostas diye birinin olmadığını, şarabı Dimitri'nin yaptığını söylediler. Masal kahramanı adamın söylediğine göre ise köylüler birbirini çekemiyorlarmış. Gerçeği ise bir türlü öğrenemedik. :)


Köyün Kilisesi

  Kilise'nin çanı çalınmış bundan bir kaç sene önce. Nasıl bir talan mantığıdır bu, anlamak mümkün değil. Daha da beteri var, bir kaç sene önce haraç vermesi için Barba Yorgo'nun bacaklarını kırmış mafyacılık oynayan bir kaç densiz.. Bunun gibi bir çok hikayeyle karşılaşabilirsiniz; hatta Türk olduğunuz için size ön yargıyla yaklaşanlar da çıkabilir. Şaşırmayın diye ekleme ihtiyacı duydum.

Çeşm-i Yar çeşmesi ve mesire yeri

  Köyün girişinde bir sapak var. Soldan gittiğinizde köye varıyorsunuz. Sağdan gittiğinizde ise önce bir çeşmeye uğruyorsunuz, çok güzel manzarası var, tam durup da demlenmelik :) Tabi alınan alkol olanına bağlı olarak uçurumdan aşağı uçabiliteniz artıyor, aman diyyim =)

Çeşmenin oradaki manzarada çakma Kristof Kolomb pozu veren bir adet ben :)

  Çeşmeyle ilgili bir dikkatimi çeken de şu oldu:
  • Bu çeşme hep gürül gürül aksın,
    Suyu bol adı Çeşmi Yar olsun
    Görenler hayran hayran baksın
    Yaptıranlar her daim bahtiyar olsun.
    --**--
    Kaymakamlığımızca yaptırılmıştır, ağustos 2005


  •   Son mısrayla alttaki açıklamaya dikkat :) Yaptıranlar bahtiyar olsun, kaymakamlığımızca yaptırılmıştır, Nası Yani??!! :D

      Çeşmeden biraz daha ilerlediğinizde ise 650 yıllık olduğu iddia edilen bir Çınaraltı'yla karşılaşıyorsunuz. Çeşm-i Yar çeşmenin adı mı yoksa bu Çınaraltı'nın adı mı, ya da her ikisi de mi, tam anlayamadım :) O yüzden bu mesire yerine Çınaraltı diyeceğim. Çınaraltı'nın hemen yanında muhtemelen çok güzel bir manzaranın olduğu hafif yükselti bir yer vardı ama askeriye gözetiminde olduğu için ne olduğunu göremedik. Belki biraz daha gezsek Çınaraltı civarında daha güzel yerler de görebilirdik ama geri döndük.

    Tepeköy'den giderken..

      Tepeköy, Gökçeada ve Bozcaada üzerinde Türk-Yunan kapışmasının kurbanı olmuş bir garip Rum Köyü. Her ne kadar Ada tarihi boyunca çeşitli savaş zamanları da görmüş olabileceği gibi, bir kaç yüzyıl önceki halini özlediğini de iddia etmek yanlış olmaz herhalde Tepeköy'ün. En azından Mübadele'den önce tarihinin en dolu dizgin zamanını yaşamıştır diyebiliriz. Yine de insanlarının yüzünden güler yüz pek eksik olmuyor, yaşadıkları onca acıya karşın.

      Kesinlikle daracık yolundan çıkıp da köye ulaşmanıza değecektir. İmroz'un "mutlaka görülmesi gereken" yerlerinden..


    Hiç yorum yok: